Tuesday 5 June 2012

Amazon'da 1 - Leticia

28-31 Mayıs 2012 - Leticia'da ormandan yola devam etme kısmında yapayalnız kaldığımı fark edip, biraz da tırsa tırsa hostelimin sahibi İsviçreli Martin, ve Kolombiyalı kızarkadaşı Alexandra'ya kendimi emanet edip, yalnız başıma tanımadığım bir yerel rehberle ormana gitmek için herşeyimi hazırlamıştım ki, bir mucize oldu!!! Saat 19:00-20:00 civarı hostele Avustralyalı bir çift girdi ve check-in yaptılar. Kısıtlı zamanları olduğunu ve ormanın derinliklerine inmek istediklerini söylemezler mi?!? Ben istedim bir göz, allah verdi iki göz. Benim için yapılan tüm programlar iptal edildi ve artık 3 kişi olarak yola devam edeceğimiz için, asıl gitmek istediğim Zacambu nehrine doğru rota değiştirildi. Ben tek başıma bu bölgeden gidemiyordum çünkü fiyat uçmuştu. Şimdi nerdeyse aynı parayı üçümüz paylaşmamızı bırak, yalnız da değilim artık!!!!!!!!  Allah bir değil,  iki değil, üç göz verdi. Bir de Ana dilleri ingilizçe olan bir çift!!!!! Melbourn- Avustralyadan Hukuk öğrencisi Hesta ve tıp doktoru sevgilisi Charlie. Hemen onların da yağmur botları getirildi, ekipmanları kontrol edildi. Ve sabahın köründe bizi gelip alacak rehberimizi beklerken korkularım gitmiş, huzur içinde uyudum:)

Sabah rehberimiz Leticia'lı Nicholas geldi. Süper!! Buralarda az bulunur iyi bir seviyede ingilizce konuşuyor. Limana yürüdük, eni 1.30-1.40 boyu da 5-6 metre olan bir sandal ve hep gülen Ruben adında bir kaptan. Teknemsi kayıkta kıçını 20 cm oynatsan bütün denge gidebiliyor, o nedenle içinde biz 5 kişi, birbirimize haber vermeden kıçımızı oynatmadığımız günler geçirdik. Arkadaki motorun ucunda 2 metreye yakin bir borunun ucundaki minik pervane ile gidiyor sandalımız...

Mayıs sonu , yaz başlıyor, And Dağlarında tüm karlar erimiş, yağmur dönemi bitmiş, yani Amazon nehri ve tüm kollarında suyun en yüksek zamanına denk gelmişim. Bir iyi, bir kötü yanı var... Suyun yükselmesi, doğal olarak zenginlik getirdiğinden nehirde ve ormanda hayvanları görme şansımız daha yüksek.. Kötü yanı tüm orman ve ağaçlar ve bitki örtüsü sular altında.... Koca koca ağaçların yarı gövdesine kadar nehir yükselmiş. Yani etrafta açıkta toprak yok! Sıfır!!!! Yaşam ağacların üzerinde sürüyor. Ormanın içinde yürüyemeyeceğiz ama tüm ormanın içini bot veya kanoyla gezebilecekmişiz.... İki üç saatlik ilk nehir yolculuğunda nehrin yanındaki kanallardan gidiyoruz. Suyun üstü nilüfer tarzı, kökü bir yere bağlı olmayan, suda yüzen bitkilerle kaplı. Aslında nehir yatağından değil de, sular kaplı orman içinden geçtiğimiz için yol sık sık suyun üzerindeki bitki örtüsüyle kapanıyor. Haydaaaaa kaptan ve rehber önümüzdeki ağaç dalları, geçit vermeyen bitkileri yara yara tekneyi geçirmeye çalışıyorlar.
Manzarayı kelimelerle anlatmam mümkün değil... Yeşilin akla gelen her renk tonu, boyu kısa ya da gökyüzüne varan dev agaçlar, hepsi yarı beline kadar suyun içinde... Bazı ağaçların kökleri suyun üzerinde yükseliyor... Biz aralarından süzülerek ilerlemeye çalışıyoruz. Ama ağaç dallarını ellememiz konusunda ciddi uyarı alıyoruz çünkü sular yüksek, toprak sular altında olduğu için tüm yaşam bu dönemde ağaclarda sürüyor. Tabi ki yılanlar da bu dönemde ağaç dallarında yasadıklarından farketmeden yilanı ellemek olası diye.... Sanki ağaçlardan ip sallandırılıyormuş gibi ince upuzun dallar suya doğru sarkıyor.(bu benim için adeta bir film sahnesi) Bu yüksek ağacların dallarından, diğer ağaclara atlayan zıplayan maymunlar görüyoruz sık sık.... Maymunlar ve bir sürü farklı kuş sesi. Çıt çıkarmadan dinliyoruz...
National Geographic belgeselinin tam göbeğindeyim... Değisik değisik bitki kokuları geliyor. Suyun yüzeyinde veya havada uçusan hayatımda benzerini görmediğim binbir çeşit böcek...  Suyun üzerinde yüzen 2-3 cmlik örümcekler var mesela. Binlercesi. Ben bu kadar hızlı yüzen hicbir canlı görmedim. Gözle takip etmekte zorlanıyorsun.. Kırmızılı mavili, jet hiziyla uçan dev pervaneli böcekler orandan burandan geçiyor. Suyun sakin, yani rüzgarın da az olduğu bölgelerde sivrisinek bol. Sinek kovucu kremlerle sıvanmış olmamıza rağmen arada ısırıyorlar. Kuru dönemde sivrisinek çok daha kötü oluyormuş. Bizim suyun yüksek olduğun dönemde şanşlıymışız. Kuru dönemde konuşmak için ağzını açtığın anda, ağzına sinek dolacak kadar korkunç dönemler olabiliyormuş. (Hesta'nın sinek macerası ve fotolarını paylaşacağım)






Zorlu bir doğayı aştıktan sonra geniş nehre ulaşıyoruz ve konaklayacağımız yerlilerin su kenarinda, suyun üzerinde ahşaptan yapılmış evine geliyoruz.. Nehir ve kolları Kolombiya, Brezilya ve Peru'nun birleştiği noktada olduğundan her anımız başka bir ülkesınırı içinde geçiyor. Geceleri uyuyacağımız yerlilerin evi Peru'daymış. Ama evin babasi brezilyalı yerli, anne perulu galiba, iki de cıbıldak minicik bebek var. Ev tamamen ahşaptan yapılmış, WC denen kulubelerde delikten direk nehre gönderiyorsun çisi kakayı.. Nehir hızlı bir akıntıda olduğundan,  gördüğüm leğende suya basılmış çamasırların da, bulaşıklarımızın da, direk nehirden çekilen suya yıkandığını görebiliyorum. Yemeklerden sonra yemek artığı olan tüm organik artıklar direk nehre....100 metre ötede sadece iki yüzen ahşap ev daha var, onlar da akrabaları imiş zaten... Başka da hicbirşey yok etrafta. Sadece orman ve nehir.. Suların çekildiğı kurak zamanda bu evin yanında plaj oluşuyormuş, yerli çocuklar futbol oynuyormş genış düzlükte. Şu anda tamamen derin bir nehir görüntüsünün birkaç ay sonra düz kurak bir araziye dönüşeceğini hayal etmek zor!! Elektrik yok, geceleri birkaç saat jeneratör çalışıyor sadece. Onu da akşam yemeğinde ışıklandırma dışında, kulustur bir TVde tüm aile toplanarak, geceleri dizi izlerken(!!!!!) kullanıyorlar.  Erkenden jenerator de kapanınca ev icinde, WC de filan fenerlerimizleyiz.  Her öğünümüzü, teknedeki bir buz kutusuyla bizim, yani rehberimizin getirdikleri malzemelerle kadın pişirdi. İçme suyumuza kadar herşeyimizi biz getirmişiz meğer yanımızda.
Daha ilk andan itibaren çok şanslıyız çünkü insanlar hayvanları görmek için çok uzun süre beklerken veya yol gitmek zorunda kalirken bizi gri ve pembe yunuslar karşılıyor. Teknenin dört bir tarafından fırlıyorlar... Rehberimizin dedigine göre aşırı sanslıyız. Herhalde bereketli dönem diye bunlar da çiftleşme döneminde ki hepsi buradalar... Pembe yunuslar gerçekten pembe, çok tatlılar. Ama zıplayıp hemen suya geri döndükleri için fotoğraflayabilmek mümkün olmadı. Kaldığımız yerin etrafında kuşlar, binbir renk. Tuvaletlerin önündeki ağaçtaki fosforik yeşil papagan evin papaganı gibi hep burdaymış zaten.
Öğleden sonra akıntının sakinlediği bir kuytuda yüzmeye gidiyoruz. Suda pirana var mı diye soruyoruz, evet var ama pirananın insan ısırdığı görülmemis hiç. Ama bazı balıklar çiş yediği ve çiş yoluyla insan vücudunun içine yerleşebilen hayvanlar olduğu için suda çiş yapmak kesinlikle yasak. Aynı şekilde vücutta açık yara varsa o da kan nedeniyle tehlikeli....
 Teknemiz , kaptanimiz. Hesta ve Charlie

 Sular yükseldiği için bütün orman sular altında. Suyun derinliği 3-4 metre. Ağaçlarin yarı gövdesi sular altında..
 Özellikle Peru tarafında agaç kesimi kontrol altında değilmiş malesef. Ağaç kesen yerliler, suda sürükleyerek kestikleri ağaçlari nehir üzerinden taşıyorlar.
 Iste 3 gun kaldığım ev. Suyun uzerinde
Uyanip odamın camını açtığımdaki manzaram :)

 Karşıdaki akraba evleri
Leticia, Amazon nehrinin Zucambu kolunda gün batımı
Evde kitap okumayi en sevdiğim yer.
Asagida da hep kitap okuduğum yerde bizi bir gun karsilayan 1 metrelik yılan





Ertesi sabah güya bir köy olan nehir kenarında bir yerleşim yeri geziyoruz. Toplam 5-6 ev var! Burda ilk kez toprak var çünkü köylüler tarım yapabilmek alana ihtiyaç duyduklarından ve evlerini yapabilmek için bu bölgedeki ağaçları kesmişler.. Tatlı suda yaşayan en büyuk balık olarak bilinen pirarucu balıklarina bakıyoruz. Gerçekten 1 metreden uzunları var. leticia'daki resturanntta da afiyetle yemiştim bu kılçıksız, yumuşak beyaz etli balıktan afiyetle, canım beniiimm :(
Akşamüstü daha eglenceli bir balık aktivitemiz var. Pirana avına gitmek. İnce uzun bir dalın ucuna misina ve kancası ile gayet basit oltalarımiz var. Yanlız durgun suda yaşadıklarından dolayı tekne ile ormanın kuytularına dalıyoruz. Ana nehirde degiliz. Durgun su demek, rüzgar ve esinti de yok demek, sıcak neyse de sivrisinekler inanılmaz bir hal alıyor!!!! Kremle sıvanmış durumdayım ama balık tutmaya kosantre olmak ne mümkün. Hesta bir pirana, Charlie de başka bir balık tutuyorlar. Ben sadece iki kez oltaya balığı takıp, tam sudan çıkartırken piranayı görüp düşürüyorum. Tavuk parçasına az ilgi gösteren piranalar, gerçek pirana kardeşlerini yem yaptığımızda iyice üşüsüyorlar..
Gece karanlıginda ise timsah avına çıkıyoruz, onlar da akntıda değil kuytuda. Yarım ay, yıldizlar, ormanda müthiş bir sessizlik hakim. Su ayna gibi, gökyüzunde ne varsa suda da ayni onun yansımasını görüyorsun. Su ile ağaçların birlesme şeridine çok uzaktan fenerle ışık tutan yerli ev sahibimiz, bizim bazen görebildiğimiz, bazen göremedigimiz şekilde karanlıkta parlayan kirmizi veya mavi gözlerini farkediyor timsahların. Kendi kanosuyla gece zifiri karanliğinda o bölgeye dalıyor ve bebek timsahlarları kaptığı gibi bize getiriyor. Adamın o karanlıkta bitki örtüsune dalarak, timsahlara o kadar yaklaştığını izlemek çok fena ürpertiyor insanı. Bebek timsahın çıkarttığı çığlık inanılmaz, bütün ormanda yankilanıyor. Aman annesii gelip bizi bulmasın diye tırsıyoruz. Elledim ama tamamen elimle tutamadım.. Bizimkiler tuttular.
Diğer bir sabah da derin ormanın icine kanolarla girdik, en muhteşem deneyimlerden biri buydu çünkü teknemizin giremeyeceği darlıktaki alanlara girdık, ve motor sesimiz de olmadığından bütün hayvanlar bize daha çok yaklaştı, maymunllar dallarda akrobasi şovu yaptı. Çok acayip ağaç ve bitkileri yakindan görmek, kokuyu iyice içine çekmek, ormanın ortasinda ormanı dinlemek ve hissetmek fırsatımız oldu. Motor ne kadar küçük de olsa hızla ilerlerken ve motor sesi varken herşeyi bu kadar ciğerlerinde hissedemiyorsun.
Haaaa unutmadan... Boş dinlenme zamanlarinda nehir kenarındaki ahsap terasta kitap okuyoruz. Yine kitabı alıp geldiğim an, bir de bakıyorum hep benim oturdğum yerde bir misafir vaaaarrrr. 1 metre boyunda bir yılan!!!!!!!!! Adım attığım her yerden her an çıkabilirlermiş:(
Yerlilere gelince, çok tatlılardı ama çok sohbet filan edemedik tabi. 2, 2.5 yaşlarındaki kizlarıyla ne kadar oynadıysam, şebeklik yaptıysam gülduremedim. Kaç gün o evde kaldık. Biraz dehşet, şaskınlık ve merak içindeki surat ifadesi hiç degişmedi... Gercek kabileler,hani yüzlerini boyayip, gerçekten insan eti yiyeyenlerin, belgesellerde izlediklerimizin hala var oldugunu ama görmenin imkansizlığını anlatti Nicholas. Brezilya'da onları koruyan bir bakanlik var, ve sadece özel izinle (araştırma vs yapmak için) gidebiliyorsun. Hatta oralara yaklasmaya izin vermeyen özel güvenlik ekipleri varmış. Kolombiya ve Peru , brezilya kadar korumacı değil ama Amazon o kadar büyük ve onlar o kadar derinliklerde yaşiyor ki, ulaşman hem çok maliyetli, ozel uçakla, helikopterle gitmen lazım, ve turist için imkansızmış:( breziyada daha birkaç önce yeni keşfedilen kabile olmuş. Gazetelerde tepede uçan helikoptere şaşkınlıkla bakan fotoları çıkmış. Nicholas üniversitede çalısırken askerı uçakla araştırma amaçlı gitmiş.  Bazı kabilelerin hiç dıs dunya ile bağlantısı yok, bazılarının da temsilci gonderdikleri var. Yiyecekleri korumak için tuza ihtiyaç duyduklarından, birşeyler satip, tuz alıp döndükleri oluyormuş. ( yuzerken amazonun ne kadar tatlı bir su olduğunu tattık, tuzu bitkilerden üretmek çok zor birşeymiş.)

İçinde 40.000 çeşit bitki, 500 farklı tür ağaç, 1300 kuş çeşidi, 400 çeşit memeli , 4000 çeşit balık ve tam tamına 2.5 milyon böcek türü taşıyan bir ormanda 7 gün geçirmenin anlatması zor duygusu içindeyim....

 Her bitki bir ise yariyor. Birini yiyorlarsa, digerini bunun gibi boya oalrak kullaniyorlar. O da olmadi ilac zaten...
 Gezdigimiz koy, bu duzluk alani  agaclari keserek tarim alani haline getirmisler. Zaten topu topu 5-6 ev var

 Pirana avlama ilk deneyimim basarisiz... Ama MAnaus"ta rekor kirarak acisini cikarttim!!!
 Her ogunumuz ev sahibemiz hazirladi, bu musambali masada mumisiginda afiyetle yedik..
 Odam ortada...
 Sagdaki kulubeler direk nehre dusen tuvaletler, kapi niyetine de bir musamba vardi... Camasirilar filan da burada yikaniyordu.
 Bize misafirlige gelen evin diger gelini ve torun...
 Ben de kanomu alip gidiyordum, ama akintidan hic de istemedigim yonlere...

Su dolan kanolar, hondostan cevizi kaplarla surekli bosaltmazsak batma ihtimalimiz yuksek...

No comments:

Post a Comment